Deneysel Yöntem

Somut deney araçlarının yanında, çok daha büyük önem taşıyan somut bir araçtan, yani deneysel yöntemden de söz etmek zorundayız. Daha önceki doğa felsefelerinin toptan reddinin bir nedeni de, (ki bu reddediş bilimsel devrimin önemli bir özelliğidir) eski yöntemlerin yarattığı düş kırıklı­ğıydı. Yüzyıllar süren araştırmalar sonunda dişe dokunur hiçbir şey elde edilememişti. O halde araştırma yöntemi yan­lış olmalıydı. Yüzyıl boyunca çalışmalarını yöntem sorununa yönelten kişilerin çokluğu bu düşüncenin ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Bacon'ın Novum Organum'unu (Yeni Organon 1620) Descartes'm Discours de la Methode'ı izledi, Pascal, Gassendi, Newton ve ardından daha birçok kişi az ya­da çok bu konu üzerinde durdular.

 Bütün bu tartışmalarda doyurucu olmayan bir taraf vardır. Bacon (1561 -1626) deneysel yöntemin kurucusu olarak büyük­çe bir üne sahipti, ancak Novum Organum'u dikkatlice oku­duğumuzda bu ünü ona pek yakıştıramayız. Doğanın doğru­dan incelenmesindeki ısrarın değeri ne olursa olsun, bilimin zorunlu temeli olarak evrensel bir doğa tarihi gereksinmesin­den söz etmesi, çalışmalarına egemen olan başıboş gözlemle­rin genel havasını yansıtır. Öte yandan Descartes deneyin sa­dece bilimsel ayrıntılar için geçerli olduğunu, doğa felsefesi­nin genel ilkelerinin ise tek başına akıl yürütme ile kurulabi­leceğini öne sürmekteydi. Descartes'm doğanın sınırlarının araştırılmasında aklın gücüne olan inancı, 17. ve 18. yüzyıl düşüncesinde kayda değer bir etki yaptı, ancak bizim bugün anladığımız şekliyle, bilimsel yöntemin oluşmasına pek az katkısı oldu. Pascal'ın yöntem üzerine yazdığı kısa denemele­ri, deney ile Descartes'ın bilgi kuramı arasında daha yalın bir ilişki kurma çabasmdaydı, ancak denemeler tamamlanamadı. Yüzyıl içinde deneysel yöntem en güzel ifadesini Robert Boyle'un yazılarında bulur: Kusursuz Önermenin niteliklerini içeren bir liste, kısa, fakat anlamlı bir şekilde sunulmuştur.

 " Deney  marifetli bir doğa bilimcinin  deneye uygunluğu ya da aykırılığı ile gelecek olayların önceden bildirilebilmesini sağlamalıdır; ve özellikle bu deneylerde yer alan olaylar incelenmek üzere öyle düzenlenmelidir ki, şeyler  bu hadise­lerin  sonucu olmak ya da olmamak zorunda kalsın."

17. yüzyılda yöntem üzerine yazılan yazıların çoğu kanıt­lama sorunu ile ilgiliydi. Boyle'un kısa ifadesi, modern bili­min deneysel yöntemini mantıktan ayırdetmek için yapılan çalışmaları göstermektedir.

 Deneysel yöntem, gezegen hareketleriyle ilgili üç yasa, ya da kırılmanın sinüs yasası gibi sadece 17. yüzyıla ait olarak kabul edilebilecek bir keşif değildir. Kuşkusuz bir tek deney­sel yöntem yoktur ve öteki deneysel süreçlerden örneğin, ta­rih araştırmaları ya da mantıksal soruşturmalardan ayn bir yere koymak için genel bir deneysel yöntem tipinden söz ede­biliriz. Deneysel araştırmanın öncü çalışmaları pek çoktu. Bunun örnekleri Galenos'un fizyoloji yazılarında bulunabilir. Koşullu tümevarım sistemine çok benzer şeyler, oldukça uzun bir biçimde Robert Grosseteste'den gelen Ortaçağ ekolü ve 16. yüzyılda Padua Üniversitesi mantıkçıları tarafından tartışıl­mıştı. Bununla beraber, asıl 17. yüzyılda doğanın kendiliğin­den sunduğu olayları çıplak olarak gözlemenin aksine, doğayı deneyle belirlenen koşullar altında aktif bir biçimde incele­mekten ibaret olan deneysel yöntem, bilimsel araştırmanın çok kullanılan bir aracı haline geldi. Daha önceki örnekleri öne sürmek ne kadar haklı olursa olsun, deneysel araştırma­nın ilk klasiklerinin çoğu örnekleri 17. yüzyıldan kalmadır.

William Harvey'in fizyoloji deneylerindeki basitlik deneysel yaklaşımın asıl yüzünü aydınlatır. Kolundaki dolaşımı bir ligatürle kesip, meydana gelen değişiklikleri gözlerken doğaya, so­rusunu dikte ettiği bir dizi yapay koşul empoze etmekteydi. Örneğin ilk barometre deneyi dikkatle tanımlanmış sorunun, Torricelli'nin bir cam tüpü civa ile doldurup bir tabağa dökmesiyle gerçekleşmişti. Deneycinin düzenlemesi olmasaydı Torri­celli'nin gözlediği olay hiçbir zaman ortaya çıkmazdı. 17. yüz­yılda yapılan deneysel incelemelerin en güzel örneklerinden bi­risi de Newton'un renklerin nedeni üzerine yaptığı bir dizi de­neydir. Bu deneylerin doğada kendiliğinden oluşan olaylarla ilgisini kurmak güçtür. Newton bir dizi yapay koşul düzenledi. Bu koşullar deneycinin doğaya sorduğu soruları bütünüyle ta­nımlıyordu. Kuşkusuz deneyci sorusuna alacağı yanıta razı olacaktı ancak, deneyin düzenlenişi doğaya "evet" ya da "ha­yırdan başka yanıt verme seçeneği bırakmıyordu.

17. yüzyıl sonuna gelindiğinde, bilimsel devrim o zamandan beri kullanılmakta olan bir araştırma aracına yavaş yavaş sa­hip olmaktaydı. Bilimsel devrimin başarısındaki en önemli pay, gereksinmelerine uygun bir yöntem geliştirmesindeydi ve o zamandan beri de bu başarı örneği gittikçe genişleyen bir taklit alanı bulmaktadır.

Yüzyıl boyunca, deneysel bir araştırma yöntemi ne doğa bi­limleri dışında (epistemolojide ortaya çıkan sorular dışında) pek hissedilmedi. Bununla beraber yöntemle yakından ilgili bir konu yetke sorunuydu. Bu konuda bilimsel devrim, Batı düşün­cesinin temel bakış biçiminin, oluşturulmasında önemli rol oy­nadı. Avrupa uygarlığı Ortaçağ'da eski uygarlığın gölgesinde doğmuştu ve yetkenin korkunç ağırlığı başından beri hep üze­rinde olmuştu. Bir yandan Kutsal Kitap ve Kilise, ruhsal konu­larda Tanrı'nın arzusunu insanlara bildirmekte, öte yandan es­ki uygarlığın biraz daha az zorlayıcı olan laik mirası da ilerle­meye karşı, çağın insanının kapasitesini açıkça aşan saygılı bir davranış telkin etmekteydi. Reform hareketinin doğurduğu Protestan Kilisesi incil'i sorgusuz sualsiz Tanrı'nın sözü olarak kabul ediyordu. Rönesans kültürü ise eski yetkenin boyunduruğuna zaten kendi isteğiyle teslim olmuştu. Luther, Kutsal Kitap'tan alıntılar yaparak Copernicus'u çürütmeye çalış­maktaydı. Bir İtalyan hümanisti ise bir delikanlıya iki yıl boyunca sadece Cicero'yu okumasını ve orada olmayan bü­tün sözcükleri dilinden atmasını salık verebiliyordu. Yetkeyi kabullenmeye olan İstek, 17. yüzyıla kadar egemen bir tavır olmaya devam etti. Galileo Aristoteles'in sözlerini kabul eden peripatetiklere mantık ve akıl ışığında saldırıyordu. Bir İskoç aydını olan Aristotelesçi Alexander Ross'un sözleri Galileo'nun bir hayalet ile düello etmemekte olduğunu orta­ya koymaktaydı.

"Çoğunluğu oluşturan ve en bilgeleri olan filozofların ha­reket tarzlarını izliyorum", John Wilkins'in Copernicus ast­ronomisini savunuşuna yanıt vermekteydi. "Böylece yalnız kalmıyorum; ve en iyilerle kötü yolu tutmak, kötü ile beraber olmaktan, beraber olmak da tek kalmaktan iyidir."

Bilimsel girişime yardımcı olmayan bu tavrın, bilimsel devrim çağında, meydan okumayla karşılaşmaması pek ola­naklı değildi.

Boyun eğici tavır 17. yüzyılın sonuna gelindiğinde kaybol­muş ve Avrupa düşüncesi Aydınlanma felsefesinin temel özel­liği olan katışıksız iyimserliğe doğru hızla ilerlemeye başla­mıştı. Kuşkusuz ekonomik büyüme ve siyasal kararlılık gibi birçok etkenin bu değişime katkısı olmuştur. Ancak bilimin başansının da egemen tavnın tersine çevrilmesinde önemli bir rolü görülmektedir. Joseph Glanvill'in 1668'de basılan kitabı Plus Ultra modern başarıların eskilerden çok üstün olduğunu öne sürerken öncelikle bilime dayanıyordu. Kitabın başlığı bile kapsamını içermektedir. Efsaneye göre Cebelitarık Boğazı'ndaki Herkül Direkleri üzerinde "ne plus ultra" (daha ileri gitme) yazılıydı. Glanvill'e kitap başlığı olan Daha Fazla ise eski çağın entelektüel dünyasının dar sınırlarının parçalandı­ğını ilan etmekteydi. Plus Ultra modern başarıların, özellikle de bilimsel buluşların bir kataloğudur. Glanvill kitabında ana­tomi, matematik, astronomi, optik ve kimyadaki basarıları sıra­lar; mikroskop, teleskop, barometre, termometre,

İncil, Tanrı’nın sözü olarak özel bir yer sahibi olmayı sürdürmüşse de, onun yetkesi bile artık sorgusuz sualsiz benimsenmemekteydi. Modern İncil ilminin ilk adımları “kitabı” tarihsel eleştiri konusu yapmak oldu. Bilimsel açıdan, Isaac Newton’un yazışmalarında yer alan kapalı bir episod, meydana gelen değişimi açığa vurur. Thomas Burnett’in bir mektubuna verdiği yanıtta Newton, yaradılışın inanılırlığını bilimsel delillerle kanıtlamak için, yaradılışın kısa bir açıklamasını yapıyordu. Bu açıklama, Luther’in Copernicus’u yalanlamak için İncil’e başvurusu ile karşılaştırıldığında, rollerin tamamıyla ters yüz  edildiği görülür. Newton’un mektubu yaradılışın inanılabilirliği için bilimsel yetkeye danışmaktaydı. Sorun Newton’a bu söylediğimiz şekliyle sunulsa kuşkusuz reddederdi, ancak mektubun içeriği bizim dediğimiz gibidir. Yetkenin reddinde bilim bu kadar ileri gitmişti, artık tek başına insan yeteneklerinin, yani insanın kendisinin boş olan yetke koltuğuna doğru yükselişi başlamıştı.

            Bilim, bilginin yeni  işlevi idealine de katkıda bulundu.  O zamana kadar bilgi kendi başına bir amaç olarak düşünülmüş ve gerçeğin sessizce irdelenmesi, insanın içinde bulunabileceği en yüksek etkinlik olarak kabul görmüştü. Halbuki yeni sav, insanın amacının eylem, bilginin amacının da eylem için yarar sağlaması olmuştur. Bu yeni bakış açısıyla en yakından ilgilenen kişi Francis Bacon’dı ve bu görüşe sık sık “Baconcu yararlılık” adı verilir.

          “Dünya insan içindir Hunt, insan dünya için değil” diyordu Bacon uşağına. Görüşünü tüm yazılarının belki de ana fikri olan “İnsan Krallığı” deyimi ile özetlemişti. Bu krallık Tanrının insan için yarattığı bir dünyaydı ve bu dünya, içine ancak doğa bilimleri yoluyla girilebilecek bir mirastı. Bacon’a göre bilgi insanların doğaya egemen olmasını ve onu hizmetinde kullanmasını sağlayan bir güçtü. İlk bilimsel ütopya olan New Atlantis (Yeni Atlantis, 1527) adlı eserinde Bacon’ın mümkün olan her şeyi yapabilecek şekilde, İnsan İmparatoluğu’nun sınırlarını genişletmeye adanmış bir örgüt olan, Süleyman Evi’nde betimlediği hemen bütün araştırmalar pratik nitelikteydi: Geliştirilmiş meyva bahçeleri, geliştirilmiş hayvan besiciliği, geliştirilmiş tıp. Bacon kendisi pratik sonuçların ancak doğru teoriden çıkabileceğine inanırdı ve bizim salt araştırma dediğimiz etkinliğe hiçbir şekilde karşı değildi. Yine de Süleyman   Evi betimlemesinin ereksel hedefi hakkında bıraktığı izlenim doğrudur. Ona göre bilginin amacı insanın durumunun iyileştirilmesi, yaşamın konforlu ve insan için uygun duruma getirilmesiydi.

            17.yüzyılın bütün aydınları Bacon yararcılığının yandaşı değildi. Gerçekten de bu ideal, yani mekanikçi bilimden çok doğaya ve onun gizemli güçlerine bilerek egemen olma amacı güden, Rönesans natüralizmi ve doğasal sihir Bacon’ı derinden etkilemişti. 17.yüzyıldan bu yana Batı dünyasını dönüştüren türlü ekonomik ve sosyal değişimler, Bacon yararcılığını benimsedi. Bu değişimlerde teknoloji önemli bir rol oynadı ve teknoloji doğa bilimiyle her zamankinden çok paralellik içinde oldu. Bu bakımdan 17. yüzyılın bilimsel hareketi, sonradan modern kültürün adeta ahlakı haline gelmiş olan bilginin işlevi idealinin biçimlenmesine katkıda bulundu.

            17.yüzyıl sonuna gelindiğinde modern doğa bilimi Avrupa sahnesinin önemli bir etmeni olmuştu. Copernicus’un Doğu Prusya’da dünyadan yalıtılmış bir durumda araştırmalarını sürdürme çabası örneğinde olduğu gibi, “yalnız” araştırmacılar devri kapanmıştı. Bilimsel hareketin sürmekte olan yükselişi artık hareketin yarattığı örgütlü derneklerin güvencesi altındaydı. Doğa biliminin oluşturduğu(örneğin Batı uygarlığının bir bütün olarak dünyanın yeniden biçimlendirilmesi olasılığını ortaya koyması nedeniyle) etki 18.yüzyılın Aydınlanma dönemine doğru yönelen Avrupa kültüründe de kendisini duyurmaktaydı. Bu anlamda Batı tarihini, başlangıçta Hıristiyanlık etrafında örgütlenmiş bir kültürden, bugünkü bilim etrafında oluşmuş, bir kültür haline dönüştüren bilimin düzenli olarak genişleyen rolü ile özetlemek abartma olmayacaktır. Dönüşüm daha bilimsel devrim tamamlanmadan önce başlamıştı.

 


Last modified: Thursday, 24 November 2016, 11:33 PM