1. Doğrulanabilirlik
Genellikle ele alınan felsefe sorunları bir çok çeşide ayrılabilir. Benim benimsediğim yaklaşım açısından geleneksel felsefede yer alan sorunlar başlıca üç türde toplanabilir. İşi basit tutmak bakımından bunları Metafizik, Psikoloji ve Mantık sorunları diye adlandırabiliriz. Aslında böyle üç alan yerine, her felsefe sorununu oluşturan üç ögeden (metafiziksel, psikolojik ve mantıksal) söz etmek daha doğru olur.
Aşağıdaki düşünceler, üçüncü alana girmektedir; bizim yaptığımız Mantıksal Çözümlemedir. Mantıksal çözümlemenin görevi her türlü bilgileri, her türlü bilimsel ve günlük savları çözümlemek, her savın ve savlar arasındaki ilişkilerin anlamlarını açıklığa kavuşturmaktır. Bir önermeyi çözümlemenin başta gelen amaçlarından biri, o önermenin doğrulanma metodunu belirlemektir. Sorun şudur: Bu önermeyi doğru saymak için ne gibi nedenler vardı; ya da, bu önermenin doğru veya yanlış olduğundan nasıl emin olabiliriz? Felsefeciler için bu sorun «epistemolojik» niteliktedir: epistemoloji ya da bilgi kuramı aslında mantığın özel bir türünden başka bir şey değildir ve çoğu kez bilgi edinme sürecine ilişkin psikolojik ögelerle karışıktır.
Öyle ise bir önermenin doğrulanma yöntemini nasıl belirleyeceğiz? Önce doğrulanmanın doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki türünü birbirinden ayırmalıyız.Önermemiz şu andaki bir algımız (örneğin. «Şu anda önümde mavi bir zemin üzerinde kırmızı bir kare görüyorum»)la ilgili ise, doğrudan doğrulanabilir türdendir. Gerçekten, şu anda önümde önermedeki sava uygun olarak mavi bir zemin üzerinde kırmızı bir kare görüyorsam önermem doğru, görmüyorsam yanlış demektir. Kuşkusuz, doğrudan doğrulanma ile ilgili bir takım ciddi problemler var ki, bunları şimdilik bir yana bırakıp, bizim için çok daha önemli olan dolaylı doğrulama sorununa dönüyoruz. Doğrudan doğrulanamayan P gibi bir önermeyi, P’den tümdengelimle çıkarılan doğrudan doğrulanabilir önermeleri, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirerek, doğrulayabiliriz.
Örneğin, Pı önermesini, «Bu anahtar demirden yapılmıştır,» önermesini ele alalım. Bu önermeyi doğrulamanın bir çok yolları vardır; birini şöyle belirleyebiliriz: Anahtarı mıknatısa yaklaştırınca çekildiğini görüyorum. Bu işlemin dayandığı mantıksal çıkarım şöyledir:
Öncüller :P1 : «Anahtar demirden yapılmıştır»; doğrulanması söz konusu olan önermedir bu.
P2 : «Demirden bir nesne mıknatısa yaklaştırılırsa, çekilir»; bu ötedenberi doğrulanmış bir fizik yasası¬dır.
P3 : «Çubuk biçimindeki bu nesne bir mıknatıstır;» bu da doğrulanmış bir önermedir.
P4 : «Anahtar çubuk nesneye yakın konmuştur;» bu şu anda gözlemle doğrudan doğrulanan bir önermedir.
Bu dört öncülden aşağıdaki sonucu mantıksal olarak çıkarabiliriz:
Sonuç :P5 : «Anahtar şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir.»
Önerme P5 öndeyi niteliğinde olup gözlem yoluyla irdelenebilir. Baktığımızda anahtarın ya çekildiğini ya da çekilmediğini görürüz. Çekildiğini görürsek, Pı önermesini doğrulayıcı bir kanıt sağlamış oluruz; aksi halde Pı yanlışlanmış olur. Oysa gözlemin olumlu olması doğrulayıcı bir kanıt olmakla birlikte, önermenin doğruluğunu ispatlamaya yeterli değildir. Bu nedenle Pı önermesini doğrulama işlemi bitmiş olamaz. Mıknatısla deneyimizi sürdürüp, aynı veya benzer öncüllerden P5’e benzer sonuçlar çıkarabiliriz. Bunun yerine, irdelememizi başka yollardan, örneğin, elektrik, mekanik, kimyasal ya da optik testler kullanarak yapabiliriz. Tüm bu deneylerde gözlemlerimiz hep olumlu sonuç verirse Pı önermesinin doğruluğu büyük ölçüde kesinlik kazanır: ancak tam kesinliğe hiçbir zaman ulaştığımızı söyleyemeyiz. Nedeni şu ki, doğrulanmış ya da doğrudan doğrulanabilir diğer önermeler yardımı ile Pı’den mantıksal olarak çıkarabileceğimiz sonuçların sayısı sonsuzdur. İlerde bir olumsuz gözlemle karşılaşmamız ne denli zayıf görünse de daima olasıdır. Bu yüzden, Pı önermesine bir hipotez gözüyle bakmak yerinde olur.
Üzerinde durduğumuz örnek, tek bir olguya ilişkin basit bir önerme çerçevesinde idi. Şimdi, zaman-uzay sınırlaması dışında bir küme olgunun tümüne ilişkin genel bir önerme ele alacak olursak, (doğa yasaları bu tür genellemelerdir), çıkarılabilecek sonuçların sonsuzluğu iyice ortaya çıkar, genellemelerin hiçbir zaman tüketici bir şekilde irdelenemeyeceği daha kolay anlaşılır.
Bilimin her dalında P gibi bir önerme ya şu andaki bir algıya veya başka bir yaşantıya ilişkindir ve bu niteliği ile doğrudan test edilebilir türdendir; ya da zaten doğrulanmış bazı önermeler yardımı ile P’den çıkarılabilen ve ileriki bir gözleme ilişkin bir öndeyidir. Doğrudan ya da dolaylı test edilemeyen önermeler için ne diyeceğiz? Bir bilim adamının hiçbir gözleme bizi götürmeyen türden bir önermeyi (örneğin, özellikleri bildiğimiz yer çekimi yasasıyla belirlenen bir “gravitasyon alanı” yanında, bir “levitasyon” alanının varlığını) ortaya attığını düşünelim. Böyle bir savı, hangi gözlem koşullan altında irdeleyeceğimiz belirlenmediğine göre, bilimsel saymamıza olanak yoktur. Gözlemsel sonuçları olmayan bir önerme, olgusal içerikten yoksun, boş bir sav olmaktan ileri geçmez; kısacası bilimsel yönden anlamsızdır. Gerçi o bilim adamı savına ilişkin birtakım imge ve duygular taşıyabilir. Bunun psikolojik önemi vardır şüphesiz; ne var ki. mantıksal bir değeri yoktur. Bir önermeye teorik anlam kazandıran şey ne ona bağlı oluşan imgeler ne de başka düşüncelerdin sadece o önermeyi doğrudan ya da dolaylı doğrulayabilme olanağıdır. Teorik anlam için İmgeler ne yeter, ne de hatta gereklidir. Ne elektromanyetik ne de gravitasyon alanları ile ilgili imgelerimizin olduğunu söyleyebiliriz. Oysa bilim adamlarının bu alanlarla ilgili ortaya attıkları hipotezleri anlamsız sayabilir miyiz? Sayamayız çünkü, bunlardan doğrudan test edilebilir bir takım gözlemsel önermeler çıkarılabilmektedir. Benim “levitasyon” alanına ilişkin savı anlamsız bulmam, böyle bir alanı gözümüzde canlandıramayışımızdan ya da düşünemeyeceğimizden değildir. Benim itirazım yalnız bu savı hasıl doğrulayacağımızın bize söylenmemiş olmasınadır.
2. Metafizik
Buraya kadar yaptığımız mantıksal çözümlemedir. Şimdi bu düşüncelerimizi fiziğin önermelerini bir yana bırakarak metafiziğin önermelerine uygulayacağız.
Metafiziksel önerme derken, tüm deneyimlerin dışında kalan şeylere ilişkin bilgi dile getirme savında olan önermeleri demek istiyorum, örneğin, nesnelerin gerçek özleri, salt varlık, tanrı vb. gibi şeyler bu türden nesnelerdir. Çeşitli bilim kollarında ulaşılan birtakım genel sonuçlan bir bütün olarak düzenleyip birleştirmeyi amaçlayan çok kez yanlış olarak metafizik sayılan teorileri, metafizik türden girişimlere sokmuyorum. Bu tür teoriler ne denli atak olurlarsa olsunlar, gene de felsefeye değil bilimlere girer. Benim metafizik türden saydığım önermeler birkaç örnek verirsem daha iyi anlaşılır. “Evrenin özü ve temel ilkesi sudur”, demişti Thales. Heraclitus için “ateş”, Anaximander için “sonsuz”, Pythagoras için ise “sayı” idi bu temel ilke. Platon’un öğretisi daha soyut niteliktedir. Tüm nesneler zaman ve uzay dışında var olan evrensel “idea’ların birer gölgesinden başka bir şey değildir.”
Monistlerden, “var olan her şeyin temelinde tek bir ilkenin” dualistler-den. “iki ilkenin” yattığını öğrendik, öte yandan materyalistler. “Var olan her şeyin maddesel olduğu’nu. Spiritualist’ler ise. “ruhsal olduğunu” savundular. Bizim koyduğumuz anlamdaki metafiziğe, Spinoza, Schelling. Hegel ve (günümüzden bir örnek verirsek) Bergson gibi filozoflann öğretileri girer.
Şimdi metafizik türden önermeleri doğrulanabilirlik (verifiability) ilkesi açısından inceleyelim. Bunların doğrulanamaz olduğunu hemen görebiliriz. “Evrenin temel ilkesi sudur.” önermesinden, algı ve gözlemlerimize vurabile-ceğimiz hiçbir olgusal sonuç ya da öndeyi çıkarılamaz, öyle ise böyle bir önerme veya hipotez olgusal bir sav oluşturmamaktadır. Daha önce verdiğimiz “levitasyon” örneğinde olduğu gibi, bunun da bilişe 1 (cognitive) bir anlamı yoktur. “Bilimsel anlam yoktur,” diyorum. Çünkü o tür önermelerin kafamızda birtakım imgelere yol açtığı yadsınamaz elbette. Aslında metafızikçiler isteseer de önermelerini doğrulanabilir türden oluşturamazlar. Doğrulanabilir önermeler yaşantı ve deneyimlerimize konu olabileceğinden, doğru ya da yanlış oldukları ortaya konabilecek, böylece empirik bilimlerin kapsamına girecektir. Onlar bundan kaçınırlar; çünkü o zaman öğretilerinin empirik bilimlerin üstünde daha derin bir bilgi sağladığı savlan havada kalır. Bu nedenledir ki, onların öğretileriyle olgusal veriler arasında bir ilişki kurulamaz, böylece de önermeleri bilisel anlamdan yoksundur.
Metafiziksel önermelerin doğrulanamaz olduğu, başka bir deyimle doğru olup. olmadıklarını deneyimlerimize giderek saptayamayacağımız savına pek çok kimse katılabilir, her halde. Hatta bu nedenle onların bilimsel nitelik taşımadığı da kabul edilebilir. Ne var ki onları anlamsız saydığımda itirazlar yükselebilir, hemen Denebilir ki okuyucusu üzerinde bu öğretilerin etkisi vardır. Halta bazen bu etki son derece güçlü bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Onların bir şey dile getirdikleri yadsınamaz bu yüzden! Gerçekten, bir şey dile getirdikleri doğrudur; ama gene de anlamlan, kuramsal içerikleri yoktur, diyeceğiz.
Bu noktada dilin iki işlevi (“duygusal” ve “bilişimsel” diyebileceğimiz iki işlevi) arasındaki ayrımı göz önüne almamız gerekir. Kişinin dilsel tepkilerini de içine alan bilinçli ve bilinçsiz tüm davranışlar onun duygularını, şu andaki ruhsal durumunu, geçici ya da sürekli tepki verme özelliğini vb. dile getirir. Böylece, kişinin söz ve davranışlanna, ruhsal ya da duygusal özelliklerini bize anlatan birer belirti gözüyle bakabiliriz. Dilin bu tür kullanımı onun duygusal işlevini oluşturur. Ancak dilin bu işlevi yanında başka bir işlevi (örneğin, “Bu kitap mavidir.” türünden sözleri oluşturma işlevi) daha vardır; dilin bu kullanımı bilişimseldir; bize neyin ne olduğunu bildirir; bir sav bir öndeyi ya da bir yargı niteliği taşır.
Kimi özel hallerde, iki işlevin birleştiğini görebiliriz: bildirilen durum, dilin duygusal anlatımının konusu olabilir. Böyle bir durumda bile duygusal anlatım ile savı birbirinden ayırmak gerekir, örneğin bir kimse gülüyorsa, bunu onun neşesinin bir belirtisi sayabiliriz. Ama o kimse gülmeksizin bize “Şu anda neşeliyim,” derse bu sözler de bize gülmesinin dile getirdiği şeyi anlatmaya yeter. Ama gene de gülme ile o sözler arasında temel bir fark vardır. “Şimdi neşeliyim”, sözleri bir sav oluşturmaktadır; bu niteliği ile ya doğru ya da yanlıştır. Oysa gülme bir sav ortaya koymamakta, düpedüz ruhsal bir durumun ifadesi biçiminde belirmektedir. Ne doğru, ne de yanlıştır; olsa olsa içten ya da yapmacık olabilir.
Biliyoruz ki pek çok dilsel sesler bilişimsel değil, tıpkı gülme gibi sadece bir ifade niteliğindedir. Bunun örnekleri arasında, “Ah”, “Vah” sözler, daha üst düzeyde lirik dizeleri gösterebiliriz. “Gün ışığı”, “bulut” gibi sözcüklerin geçtiği lirik nitelikte bir şiirin amacı bize belli hava koşullarına ilişkin bilgi vermek değil, şairin duygularını dile getirip benzer duygulan bizde de uyandırmaktır. Lirik bir şiirin ne bir savı, ne teorik içeriği, ne de bilgi verme görevi vardır; bu yönlerden anlamsızdır.
Bizim metafizik’e karşı tutumumuzun anlamı şimdi daha belirgin olarak ortaya konabilir. Diyoruz ki lirik dizeler gibi metafizik türden önermelerin de anlamlan bilişimsel değil, duygusaldır. Bu önermeler ne doğru, ne de yanlıştır; çünkü olgusal savlan yoktun ne bilgi ne de hata içerdikleri, ne de bilgi veya kuram alanına girdikleri söylenebilir; doğru veya yanlış tartışması onlar için söz konusu değildir. Gülme, lirik şiir ve müzik gibi bir ifade biçimidir, şu kadar ki geçici duygulardan çok sürekli ruhsal durumları dile getirirler.Örneğin. Monizm denilen metafizik sistem, uyumlu bir yaşam özleminin ifadesi olabilir. Öte yandan Dualist bir metafiziği, yaşamı sürekli bir didişme sayan bir kimsenin ruhsal durumunun açığa vurulması sayabiliriz. Katı bir ahlâk teorisi, güçlü bir görev duygusunun, belki de sert bir yönetim arzusunun ifadesi olabilir. Realizm psikologların dışa dönük diye belirledikleri kişiyle nesnel dünya arasında kolayca ilişkiler oluşturabilen bir ruh yapısının; İdealizm tam tersine, dünyaya yabancılaşmış, erinci kendi imge ve düşüncelerine kapanmakta bulan içe dönük bir ruh yapısının yansıması biçiminde görülebilir.
Böylece, metafizik ile lirik sözler arasında yakın bir benzerlik bulmaktayız. Ancak aralarında can alıcı bir fark vardır. İkisinin de teorik içerikleri yoktur, işlevleri bilişimsel değildir; ne var ki. metafiziksel önermeler, sanki teorik içerikleri varmış görünümündedir. Hem okuyucuyu, hem de metafizikçinin kendisini aldatan bir özellik bu. Metafizikçi ortaya koyduğu öğreti ile bir şey söylediği inancındadır. Bu inançlar o diğer metafizikçilerle tartısmaya girer; dediklerinin doğruluğunu kanıtlamaya çalışır. Oysa bir şair böyle davranmaz: başka şairlerin dizelerini doğru ya da yanlış diye değil, güzel ya da çirkin diye niteler.
Metafiziğin teorik içerikten yoksunluğu kendiliğinden bir kusur değildir. Sanatın tüm biçimleri böyledir, ama gene de kişisel ve toplumsal yaşamdaki yüksek değerleri söz götürmez. Metafizikteki tehlike aldatıcı görünümünden gelmektedir: gerçekte bilgi vermediği halde bilgi veriyormuşçasına bir izlenim yaratıyor. Metafiziği reddetmemizin nedeni de işte bu.
Metafiziksel öğreti ve sorunları bilgi alanından temizledikten sonra, iki sorun daha kalmaktadır. Bunlardan biri psikolojiye, diğeri mantığa ilişkindir. Şimdi psikolojik sorunu da ayıklayacağız, ancak bu kez bilgi alanından değil, felsefeden ayıklayacağız. Böylece sonunda felsefe, en geniş anlamında, mantığa indirgenmiş olacak; felsefenin gerçek işlevini mantıksal çözümleme oluşuturacaktır. (Diyagrama bakınız.)
____________________
Carnap, Rudolf(?) Philosophy and Logical Syntax adlı kitabının I. Bölümünden bazı kısaltmalarla çeviren: C.Yıldırım.